Bir tip 1 diyabetli Olarak yazıyorum. Tip 1 diyabetle yaşamaya alışmak, uzun ve çetrefilli bir süreç. Eğer, Tip 1 diyabet ile yeni tanıştıysanız işler o zaman biraz karışık gelebilir. 2008 yılında, henüz 10 yaşındayken, tıpkı yaşıtlarım gibi gündelik bir yaşam sürüyordum. Okul ve ev arasında gidip gelir, sokakta arkadaşlarımla saatlerce oyun oynardım. O zamanlar sokakta bir oyun kültürü vardı. Ancak, kentleşmenin ve endüstrileşmenin hız kazandığı dönemde, sosyal ilişkiler de soyutlaşmaya başlamıştı. O sıralarda, ailemin yönlendirmesiyle basketbol kulübüne katılmıştım. Her sabah antrenmanlara gider, günümün büyük bir kısmını spor yaparak geçirirdim. Bir gün aniden, yoğun bir şekilde su içmeye başladım. Ancak bu basit bir susuzluk değildi. Özellikle antrenman aralarında, susuzluğum bitmek bilmiyordu. Aralıksız 4-5 bardak su içtiğimi halen hatırlarım.
Ailem, bunun basit bir enfeksiyon nedeniyle olabileceğini düşündü ve bir süre durumu gözlemledik. Ancak belirtiler devam edince, doktora gitme kararı aldık. Gerekli tetkikler yapılmıştı ve parmaktan kan şekeri bakılmıştı. kan şekerim 300 mg/dL civarında çıktı. Şaşkındık. Bunun üzerine, başka bir hastanede kanda çeşitli antikorlar için (adacık antikorlar denilen hastalıkla ilişkili antikorlar) ek kan testleri yapıldı ve bu sonuçlar da bariz bir şekilde sorunun nereden geldiğine işaret ediyordu.
Hastanenin acil servisinde ilk insülin enjeksiyonum yapıldı ve tedavi sürecim başladı. Bu süreçte, kafam sayısız soru ve iç seslerle doluydu. On günlük hastane yatışım sırasında, asistan bir doktora şu soruyu sormuştum: “Vücudumda yaşadığım bu değişikliklere neden olan bu hastalık neydi ve iyileşmesi mümkün müydü? Doktor cevap vermeye çalışsa da, benim için tüm bu bilgileri sindirmek oldukça zor olmuştu. Çünkü sebebini bilemediğim bu amansız yol o an için gözüme karanlık görünmüştü.
O sıralar bir diyabet hemşiresinin bana söylediği şu cümle halen zihnimdedir ‘’ sana bir hediyemiz var, sağlığın için sana bir kalem (insülin kalemi) tasarladık ve bu artık senin’’ O an gerçekten bir hediye alıyormuş gibi sevinmiştim. Ama bu “hediyeyi” ömür boyu kullanacağımı o an bilmiyordum.
Asıl savaş, hastaneden çıktıktan sonra başladı. İlk yıllarımda kan şekerimde büyük dalgalanmalar oluyordu. Brittle diyabet olarak tanımlanan bu durum, kan şekeri seviyelerimin hızlı değişmesine neden oluyordu ve hangi yöntemi denersem deneyeyim, işler yolunda gitmiyordu.
Diyabet yönetiminde asıl önemli olan, bu süreci nasıl kontrol edebileceğimi öğrenmekti.
Tedavi sürecimde, diyabet yönetimiyle ilgili verilen bilgiler oldukça sınırlıydı. Bana sunulan tek şey, belirli yiyeceklerden oluşan bir listeydi. Diyabet yönetiminde asıl önemli olan, soruna sorgulayıcı bir yaklaşım sergileyerek neyin neden olduğu ve nasıl geliştiğini anlayıp bu süreci nasıl kontrol edebileceğimi öğrenmekti. Örneğin, öğünden önce kan şekeri yüksekse, Neden yüksek? işte olay orada kopuyordu. En önemlisi, günümüzde diyabetin temel bir altın standartı haline gelmiş olan ve işin hesap, kitap ve matematiği olan karbonhidrat sayımı anlatılmıyordu. 9 yıl boyunca hayatımı düzene oturtamamam ve her ne kadar kendimce diyabeti yönetmeye çalışsam da, HA1C’leri düşürememem bundandı. HA1C değerlerim 7’nin altına inemiyor, bazen 8’e düşüyor ancak tekrar 9’lara çıkıyordu. (Ayrıca, O zamanlar CGM’ler ve insülin pompaları günümüzdeki kadar yaygın değildi.) Ancak, karbonhidrat sayımını öğrenip uygulamaya başladıktan sonra, kan şekerimi çok daha iyi yönetebilir hale geldim. Yani, benim için özgürlük gibiydi.
Diyabetin aslında temel felsefesi, bir pankreas gibi düşünmekten geçiyor. Günlük hayatta tükettiğimiz besinler, hücrelerimizin enerji kaynağı olan karbonhidratları içeriyor. Ve insülin bu karbonhidratların (örn glukoz) hücreye girişini sağlayarak organizma için hücresel enerji sağlıyor. Nasıl ki sağlıklı bireylerde pankreasta insülin üreten beta hücreleri (bizde yok) glukoz konsantrasyonuna göre insülin salgılıyorsa, biz de bu hücreler gibi yediğimiz veya içtiğimiz besinlerin karbonhidratını eksiksiz hesaplayıp insülini kendimiz yapmalıyız.
Bizler için bu sürecin yönetimi, doktorlarımız ve diyetisyenlerimizin rehberliğinde, karbonhidrat sayımını günlük yaşantımızın bir parçası haline getirmemizden geçiyor. Bu sürecin temeli ise doğru bir diyabet eğitimi almakla başlıyor.

Çocukluğumdan beri Tip 1 Diyabetin (T1D) son bulması en büyük dileklerimden biri oldu. Bunu hep şöyle tarif ederim: Soğuk bir kış gününde aylarca beklediğim yağan karın bende uyandırdığı his neyse, T1D’nin tedavisinin bulunması da aynı duyguyu (henüz olmasa da) yaşatır. Ancak, o ana kadar Tip 1 diyabeti en uygun şekilde yönetmek büyük önem taşıyor.
Yazar : Hakan Çelen